Aşağıda çeşitli zamanlarda Şahan Gökbakar ile yapılmış röpörtajların derlenmiş, düzenlenmiş, seçilmiş hallerini görüyorsunuz;
Her şovmenin ilginç bir keşfediliş hikayesi var. Senin de böyle bir hikayen var mı?[1]
Benim ilginç bir hikayem yok. Aslında hikayeler insana mistik bir hava katıyor. ‘Hayatım sinema filmi gibi gelişti’ sözleri insanlara ilginç geliyor. Tam aksine çok lakayıt bir hayatım oldu. Çok acılar çekip de sekiz kardeşimle bir odayı paylaşmadım. O esnada ayran almaya gidip de Uğur Yücel ile karşılaşmadım. Kolejlerde okudum, devlet okuluna hiç gitmedim. Hiçbir zaman bir sırada üç arkadaş oturmadım.
Lise yıllarındayken bir gün buralarda olacağınızı tahmin edebiliyor muydunuz?[2]
Böyle şeyler olacağını hissediyordum. Çünkü en başından beri zaten komik, enerjik, ortamda göze batan, ilgi çeken, ilgi odağı olmayı seven, yaratıcı bir çocuktum. Yedi yaşındayken apartmanda duvara kağıt asıp çocuklar arasında bilgi yarışması yapar, cetvel falan hediye ederdim. Sonra anneannemden kalma eski bir radyo vardı. Apartmandaki çocukları konuk alıp radyo programı yapardım. Lisede de hep “Şahan da gelsin, Şahan da olsun” diye aranılan, popüler biriydim.
Sonra Bilkent Üniversitesi Tiyatro Bölümü’ne girdiniz…[2]
Orada bana “Senden bir şey olmaz” diyen hocalarım oldu. Liseden çıkıp o zıpır muhabbetleri devam ettirince hocalar benden iyi aktör olacağını düşünmediler. Ama ikinci sınıftan sonra sahneye çıkmaya başlayınca beğendiler.
İstanbul’a neden taşındınız?[2]
O dönemler karışık duygusal ilişkiler yaşıyordum. Mezuniyet, ne yapıp ne edeceğim derken bir gün annemle İstanbul’a geldim. Öğlen ev tuttum, akşam yerleştim. Bir sene çeşitli reklam seçmelerine katıldım; hiçbiri beni seçmedi. İstanbul’u gezdim, düşündüm bayağı. Kafamı topladıktan sonra “Zıbın”ın projesini yaptım ve TV8’e götürdüm, oradan TRT, “Zoka” derken “Dikkat Şahan Çıkabilir” başladı.
İstanbul, Ankara’dan çok farklı mı?[3]
İstanbul, benim alıştığım temponun çok üzerindeydi ilk geldiğimde. Etiler’de bir ev buldum, taşındım. Sonra evden çıkmaz hale geldim. Çünkü burada iletişim kurmak çok zor. Bir gün kralsınız, ertesi gün dilenci… Burada trafikte sarı yok, kırmızıdan yeşile geçiyor. Ankara’da sarı var. Burada kuşlar hızlı uçuyor, telde beklemiyor. Ankara’da oturuyor, bekliyor. Böyle bir hızı var bu şehrin. Çabuk tüketiliyorsunuz, ama benim o kadar çabuk tüketilmeye niyetim yok.
Dikkat Şahan Çıkabilir projesi nasıl başladı? [4]
Artık insanlar Türkiye’de cinnet geçirme noktasına geldiler komedi konusunda. Çünkü, Cem Yılmaz diye bir fenomen var, ama televizyonda değil. Televizyondakilere bakıyorsun, yıllardır ekmek kaç para esprileri, mesaj veren skeçler, üç yıl boyunca osurarak uçan bir kahraman var. Ciddi bir komedyen eksiği var Türkiye’de.
Halk bunu istiyor diye verilen standardı düşük espriler yerine içinde sürekli mesaj barındırmayan bir iş yapmaya karar verdik. İlk üç bölüm sonunda halk bunu istiyor diye bir şey olmadığını fark ettim. Halk biziz bu arada, halk diye yaşayan ayrı bir form yok. İnsanlar artık biraz daha zekice espriler istiyor. Türkiye’de mesaj vermeyen espriyi Cem Yılmaz yaptı, yırtındı adam bunun için. Güldürürken düşündürmek ne demek? Biz de televizyonda ilk defa bu misyonu üstlenen bir ekibiz. Mesaj vermek gibi bir amacımız yok.
Neler değişti peki hayatınızda? [2]
Pek bir şey değişmedi. Ama artık kendi paramı kazanıyor olmak çok zevkli. Annemi arayıp “Anneciğim, bir isteğin var mı?” deme lüksüm var. O beni çok mutlu ediyor. Bunun dışında hayatımda değişen tek şey, bu ülkedeki ünlülerin benim arkadaşım olması.
Sokaktaki insanın size yaklaşımı da değişmiştir herhalde… [2]
Geçenlerde Ortaköy’de otururken her geçen “A, Şahan” dedi. Ben de “Hiç tanımadığım insanların ağzından kendi adımı duymak çok garip geliyor” dedim. Ama bunun ardında sevildiğini bilmek ve bu sevginin yaptığın işten, zekandan ve başarından dolayı olduğunu bilmek çok güzel. Objektif bir sevgi bu ve negatife dönüşebilmesinin çok kolay olduğunu bildiğim için beni ego olarak pek tatmin etmiyor. Böyle bir şeyden egosal anlamda tatmin yaşamam. “Herkes beni tanıyor” gibi bir tribim yoktur. Bende doğduğumdan beri sabit bir ego var çünkü.
Komedyenlerden daha sade bir hayat bekleniyor. Tanınıp popülerleştikçe çok başarılı bulanlar bile burun kıvırmaya başlıyor. [4]
Bu çok doğal. Sadece on kişinin kullandığı güzel bir bardak olsa, diğer insanların o bardağı kullanmıyor olması size bir özellik katıyor. O dönem bardak da size ilgi gösteriyor. Sonuçta üzerindeki etiket sürekli değişiyor, kazanılan para ve sorumluluk artıyor. Oysa, bardak hep aynı bardak. O zaman insanlar diyor ki; 10 liraydı bu bardak, biz buna destek verdik şimdi 100 lira oldu, bozuldu. Aidiyet hissini kaybetmek yüzünden oluyor bu tepki. Şimdiden mesela bana büyük kanala geçme, kendinden ödün vermek zorunda kalırsın biz seni sevemeyiz, diyenler oluyor. Bu korkuyu anlayabiliyorum, ama ne yapabilirim 55 yaşıma kadar TV8’de program mı yapayım?
Tarz olarak Benny Hill, Ata Demirer ve Okan Bayülgen karışımı bir yerde duruyorsunuz. Benny Hill kısmını ben değil başkaları söylüyor tabii. Keşke bu isimlerden önce çıkmış olsaydınız da ben de bu soruyu sormamış olsaydım?[5]
(Gülüşmeler) Benim bildiğim cinsel içerikli espriler yapan bir adam o. Ne alakam var Benny Hill ile? Benimkisi çok alışılmış Türk komedisi değil. Hamdi Alkan, Levent Kırca’nın yaptıkları miadını doldurmuş şeyler. Ben bunları bize aktaran televizyon camiasının garipliklerini anlatmaya çalışıyorum.
Bir anchorman’i, sunucuyu, polemik yapmaya çalışan sanatçıları insanları eleştiriyorum. Halkın çektiği eziyeti değil, halka eziyet çektirenleri eleştiriyorum. Biri kalksın beni de eleştirsin, çok hoşuma gider. Ama “Oh ne güzel, biz hep beraber ne güzel gülüyoruz.” denilen bir dünyada güldüğümüz kadar kalırız.
Levent Kırca’ya, Hamdi Alkan’a “Yaptıklarınızdan sıkıldık” mesajı veriyorsunuz? [6]
Hayır, ben insanlar adına mesajcı görevi taşımıyorum. Kendi adıma, bu tip işlere gülmediğimi ve benim gibi bu tip işlere gülmeyen insanlar olduğunu, bu insanların da “Halk bunu istiyor” un dışında kalan yüzde 10’luk bir kesim olmadığını gösteriyoruz.
Beş sene önce gülüyorduk. Şimdi gülmüyoruz. Ne değişti? [6]
Bunun en büyük miladını Cem Yılmaz yapmıştır. Sahneye çıkıp “Güldürürken düşündürüyorum” diye konuşan, bu işin suyunu çıkarmadan yapan bir adam. Cem Yılmaz ilk çıktığında ben 14-15 yaşındaydım. Küçük olmama rağmen beni heyecanlandıran bir işti, hala da beni mutlu ediyor onun gibi bir adamın Türk mizahında olması. Levent Kırca ve Hamdi Alkan, o zamanlar büyük lezzet veriyordu. Çünkü o zaman televizyonda mizahın çok fazla çeşidi yoktu. Sarhoş taklidi, “İski iski iskicim” o dönemler kült olmuş işler. Ama ben büyüdüm, boyum uzadı, kıllanmalar oldu, kaslarım daha erkeksi hale geldi; ama televizyonu açtığımda Levent Kırca hala sarhoş taklidi yapıyordu. Benim hızıma yetişememiş bir durağanlık taşıdı televizyon için.
Sizin için “Ekşi Sözlük kuşağının ilk starı” diyebilir miyiz? [7]
Katılıyorum. “Ekşi Sözlük kuşağı” kavramıyla, 17-25 arası Türkiye’deki herkesi söylüyorsun. İnanamayacaksın 5 yaşa kadar indim ben. 5-11 arası da dolu benim. Onları etkilemiş olmak daha büyük mutluluk. Onlar bana, benim şu anda Cem Yılmaz’a baktığım gibi bakıyorlar. Onlar büyüyünce artık yaşlanmış olacağım. O zaman beni farklı görecekler. O yüzden benim için çok değerliler.
Peki bu kuşak, ucu bucağı belli olmayan bir absürdlükten mi zevk alıyor? [7]
Klişe işler onları tatmin etmiyor. Belki de bu etkili sizin sevilmenizde 5 yaşında olanlarla 24 yaşındakiler arasında şöyle bir fark var. Biz doğduğumuzda 10 yaşımıza kadar özel televizyon yoktu. Ama TRT en cafcaflı dönemini yaşıyordu. Biz özel televizyonların, çok sesliliğin olduğu bir dönemde ergenliğimizi geçirdik. Algılarımız daha açık. Şimdi 5 yaşında olanlarsa internetten tut da, bin tanelik kablolu yayına kadar bir ortamda büyüyor. Onların algıları daha da gelişmiş. Belki o yüzden beni algılayabiliyorlar. Onlar iyiyi gördükçe, çok iyiyi istemeye başladılar. Bizim kuşağın özeti budur.
Antimedya skeç konseptinizi besleyen ve tutan şey apolitiklik mi?[7]
Çünkü gördüler ki bu kadar sene bu ideolojiden dolayı anne-babaları acı çekmiş. Bütün aile toplantılarında, bahçe barbekülerinde “Eskiden onlar onlara gider tarardı, biz buna böyle yapardık, ne günlerdi” muhabbeti dinledi bizim kuşak hep, ben de dinledim. O yüzden baktılarki gereksiz bir işmiş. Çünkü herkes mutlu. Televizyona baktılar ve orada şunu gördüler, belirli bir kıstas var. O da reyting.
Reytingi belirleyen insanlar da Türkiye’nin genellikle kim oldukları belli olmayan, evlerinde alet olan insanlar. Onlar bazı şeyleri seçiyorlar. Ama baktılar ki başka programlar var kardeşim. Bir izliyorlar ‘Friends’i. Çok güzel dizi geliyor onlara. ‘Sex And The City’ mesela. Bir dönüyorlar, ondan sonra vasat bir Türk sit-com’una. “Bu ne ya?” diyorlar. Ama bakıyorlar ki birinci olmuş. Ne yapıyorlar? Sıkılıyorlar.
Ben de şunu dedim: “Ben de sıkılıyorum bundan.” Ben orada kendi gördüğüm şekliyle televizyonda yapıyorum, gülüyoruz. Tek yaptığımız şey bu aslında antimedya duruş olarak.
Cem Yılmaz’dan destek gördüğün doğru mu? [1]
Değil, beni çok beğendiğini söyleyip bana destek vereceğini söyleyen çok insan var. Huysuz Virjin, Beyazıt Öztürk, Gülse Birsel benim yaptığım işi beğendiklerini söylediler. Ben kimseden destekli değilim. Cem Yılmaz bir skecimde oynadı. Onu da kendi aramızda eğlenip gülelim diye yaptık. Bunun reklamını bile yapmadık.
İnsanları güldüremediğim bir zaman gelecek mi diye bir kaygınız olmuyor mu hiç? [2]
Öyle bir şey imkansız. 25 yıl insanları güldürüp de bir anda tıkanmak olabilecek bir iş mi?
Kendinize çok mu güveniyorsunuz, yoksa oynuyor musunuz?[8]
Ben çok güvenirim kendime. Bunu oynasaydım ‘Beyaz kimmiş, Okan Bayülgen kimmiş ki, ben daha iyiyim’ demem lazım. Hiç öyle bir iddiam yok. Şu anda dört ayrı yerden stand-up teklifi geldi. Ama yeri ve zamanı değil. Bir insan kendine güveniyorsa ama altı boşsa eninde sonunda anlaşılır zaten.
Bunca tipleme büyük bir gözlem yeteneği gerektiriyor. Muhtemelen bu gözlemi de televizyondan yapıyorsunuz. Günde kaç saat televizyon seyrediyorsunuz?[2]
Herhalde günde 12 saat falan izliyorumdur. Genelde geceleri seyrediyorum zaten. Çocukluğumda da çok televizyon
izlerdim.
En çok neye ilginiz var hayatta? [3]
Evde Play Station oynuyorum. Gitar çalmayı severim. Besteler yapıyorum, şiir yazıyorum. Birkaç yıl önce Yılmaz Erdoğan’ın şiir CD’sini dinledim. İlgimi çekti. Ben de yazayım böyle bir şey dedim. Okuldaki tiyatro hocalarına yolladım, “Yılmaz Erdoğan’ın yeni şiiri,” diye. Hepsinden “Mükemmel, adam bitirmiş işte,” diye mailler geldi. Demek Yılmaz Erdoğan ismi altında beğeni toplayabildim deyip şiire başladım. Erdoğan’la kalmadım, Cemal Süreyalara kadar gittim.
Kaynakça:
[1] – Sabah / 25 Mart 2005
[2] – Milliyet / 5 Haziran 2005
[3] – Radikal / 15 Ocak 2005
[4] – Hürriyet / 05.03.2005
[5] – Zaman / 13 Şubat 2005
[6] – Esquire / 4 Mayıs 2005
[7] – Tempo / 14 Haziran 2005
[8] – Akşam / 26 Şubat 2005