Steven Spielberg’ün filmi “Yapay Zeka”da, insan biçimindeki zeki robot ile yerine geçmeye çalıştığı çocuk arasında hemen açığa çıkan bir fark vardı: zeka… Robotların araba yapımından ameliyatlara, savaş teknolojilerinden günlük işlere kadar çok çeşitli amaçlarla kullanılması, bizi gelecekle ilgili beyin jimnastiğine zorluyor. Acaba insanlarla robotlar arasındaki o büyük uçurum aşılabilecek mi? Dahası, robotlar insanların yerini alabilecek mi?
İnsan biçimli robot hayali, bilimkurgu öykülerinin ve sinemasının vazgeçilmez unsuru oldu. Bu, insanın fiziksel özelliklerine ve duygularına sahip robotların karakterleri, tüm dünyada değişik şekillerde tasarlanıyor. Örneğin Japonya’daki robotlar, genellikle çizgi film kahramanlarını andıran arkadaş canlısı, iri gözlü ve dik saçlı modeller. Batıda “Terminator” tipli, silah düşkünü robotlar tercih ediliyor. Her şeye rağmen, önümüzdeki 20 yıl içinde sadece bilimkurgu öğesi olarak kalmayacaklarına kesin gözüyle bakılıyor.
Robot kelimesi dünyaya, “zorla çalıştırılan işçi” anlamına geldiği Çekçe’den yayılmış. Bu kelimenin 20. yüzyılın ikinci yarısında kullanılan mekanik aygıtlar için uygun olduğu söylenebilir. Çünkü robotlar, gerçekten de ağır sanayide insan gücünün ve hızının yetemeyeceği alanlarda kullanıldı. Ancak, günümüzde durum farklı. Artık endüstri amaçlı olmayan robotlar da üretiliyor.
En çok ilgi uyandıran robotlar, kuşkusuz insan biçimli olanları. Araştırma laboratuvarları arasındaki yarış her geçen gün kızışıyor; duygularıyla, algılamalarıyla ve karar verme yetenekleriyle insana benzeyen robotlar üretmeye uğraşıyorlar. Kuşkusuz bu rekabet, robotların dış görünüşleri ve donanımlarında gelişmelere yol açıyor. Örneğin, çok parmaklı robot eller üretildi, yapay kaslar geliştirildi ve dokunma alıcıları tasarlandı. Asıl sorun, tüm bunların bir araya getirilmesi ve kusursuz biçimde çalışmalarının sağlanması.
Reading Üniversitesi sibernetik profesörlerinden Kevin Warwick, “Tüm vücut parçalarının kontrolünü sağlayacak beynin üretilmesi için yıllar gerekiyor, ama bu imkânsız değil. Aslında, beynin hareketlerini kontrol eden motor bölümü, kavrayabildiğimiz bir olgu. Asıl zor olan insan beyninin bütününü çözümleyebilmek” diyor.
Bilim adamları, 50 yıllık çalışmaların ardından “Yapay Zeka” (Artificial Intelligence, AI) konusunda önemli mesafeler aldılar. AI alanındaki ilk girişim, baştan aşağı bilgisayara yüklenen programlarla çalışan robotlardı. Böylece karmaşık karar aşamasında insani yetenekleri taklit edebilmeleri umuluyordu. Ama, bu uygulama sayfalar dolusu programlama gerektiriyordu. Dünya satranç şampiyonu Gary Kasparov’u 1997’de yenen IBM’in “Derin Mavi” satranç programı, Yapay Zeka’ya örnek verilebilir.
Bu tür yazılımlarda, tasarımcıların tüm olasılıkları önceden belirleyip ona göre sonuçları girmeleri gerekli. Doğaldır ki, bu da robotları esneklikten uzaklaştırıyor ve yeteneklerini sınırlıyor.
1980’lerin başlarında geliştirilen teknoloji sayesinde, robotun arka kısmına eklenen bilgisayar yardımıyla, yeni doğmuş bir bebek gibi çevresine uyum sağlamayı başaran robotlar üretilmeye başladı.
Çok basit anlamda, önüne çıkan duvarı geçerek kapıyı bulmak gibi. Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nün (MIT) geliştirdiği “Cog” adlı insan şeklindeki robot (android), öğrenme konusunda bu yöntemi uyguluyordu. Bilgisayar programı yerine, ana merkeze sahipti. Bu merkez ilk olarak görsel ilişki sağlıyordu. Androidin gözleri kameralardan oluşuyor, deneme yanılma yöntemiyle doğru eyleme karar veriyordu. Bu işlem çok fazla ileri gidemiyordu, zaten Cog’un hareket yeteneği, en fazla iki yaşında bir çocuğun düzeyine ulaşabilmişti.
Yapay zekâya yönelik alternatif yaklaşım, ABD’li bilgisayar sihirbazı John Holland tarafından 1969’da geliştirildi. Ancak, tam 20 yıl sonra fark edildi. Darwin’in Evrim Kuramı’ndan esinlenen Holland, doğal evrimi taklit eden bir program geliştirdi.
Genetik algoritmalar denilen alt denklemleri kullanan Holland’ın programı, kromozom benzeri iki bilgisayar kodunu alarak ve birleştirerek, işin daha iyi yapılmasını sağlayan yeni bir kod oluşturuyordu. Bu yaratılan “döl”, göreve uygunluğuna göre, ileri aşamalardaki “döl”ler yaratmada kullanılıyordu. Ne kadar uygun olurlarsa, yeniden üretilme şansları o kadar artıyordu. Bir görev karşısında birbirlerine uyumlu çalışan bu kodların üretimi, yüksek sayıya ulaşıncaya kadar tekrarlanıyordu.
İnsan beyni de benzer bir işletim sistemi içeriyor. Doğru tepkiler üreten yollar güçleniyor, hata üreten yollar ise eleniyor. Ancak, bu işletim sistemini izleyen bir yazılımın gerçekleştirilmesi, bütünüyle insan gibi hareket eden bir robota olanak tanımıyor. İnsanı diğer yaratıklardan ayıran belirleyiciler var: bilinç, soyut düşünce ve sağduyu gibi…
1984’te Douglas Lenat, Sağduyu Ansiklopedisi derlemeye karar verdi. Amacı, makineler için sağduyu kurallarının tüm listesini yazmak, daha sonra da mantık bileşenleri içinde bunları değerlendirmelerini sağlamaktı. Bu kurallar, “Bir insan aynı anda iki ayrı yerde olamaz” ya da “Yağmur yağdığında insanlar ıslanır” gibi gerçekleri içeriyordu. On yılın sonunda, buna benzer 10 milyon açıklamaya ulaştı. Bu, milyarlarca bytelık bilgi gerektiriyordu. Her ne kadar amaçlar sonsuz olsa da, bu tür projeler, gelişmiş diskler ya da çiplerin kapasiteleriyle sınırlı.
Peki, “anlama” yeteneği bilgisayara aktarılabilir mi? İnsan beyni 100-200 milyar sinir hücresine sahip. Bu, yaklaşık olarak her sinir hücresi arasındaki 1.000 bağlantı demek. Her birinin birbirleriyle bağlantı kurduğu düşünülürse, bu rakam 100 trilyona ulaşıyor.
En gelişmiş makineler bile insan beyninin ulaştığı hızı yakalayamıyor. Örneğin , dünyanın en hızlı bilgisayarlarından Cray-3, her saniyede 100 milyar bit’lik bilgiyi işleme sokuyor. İnsan beyninin işlem hızıysa, bundan 1.000 kat fazla. İnsan beyninin işlem hızını yakalayan bilgisayarların 2020’de (saniyede 20.000.000.000.000.000 işlem) üretilebileceği ileri sürülüyor.
Bilgisayarlar, insan beyninin karmaşık işlem düzeyini yakalayabilse de, insan değerlerine ve duygularına ulaşabilmeleri mümkün değil. Bilinç, üzerinde çok tartışılan, hatta ne olduğu tam anlamıyla tanımlanamayan bir kavram. Londra Imperial College, sinir sistemleri mühendisi Prof. Dr. İgor Aleksander’in tanımı şöyle: “Bilinç, uyum içindeki dünyayı duyumsamamız için gerekli düzeni sağlayan, birbirinden farklı ve karmaşık verilerin bir sonucudur. Bilinçli makine, bilince benzeyen bir makineye sahip olacaktır. Ve onda, sadece bulunduğu dünyanın koşullarına uygun bir bilincin var olduğundan bahsedilebilir.”
Prof. Dr. Aleksander, bilinç konusunu CyberLife firmasının teknoloji direktörü ile birlikte çalışıyor. Her ikisi de, bilinçli robotların 10 yıl içinde üretilebileceğine inanıyor; ancak, bunun hiçbir zaman insanın bilinç düzeyine ulaşamayacağının da farkındalar. Yine iki bilim adamı, duygulu robotların yapılabileceğine inanıyorlar. Çünkü duygu, dış dünyaya verilen bir tepki. Hayvanların duygularının neler olduğu ya da neler düşündükleri de bilinmiyor. Ancak, insan duyguları vermeleri sağlanabiliyor. Robotların duyguları biraz daha farklı olacak; çünkü, koşulları önceden belirlenecek.
Bilgisayar programcıları, farklı duyguları insan gibi yansıtan robot yüzlerini hazırladılar. Örneğin, MIT araştırmacılarının tasarladığı “Kismet” adlı robot bunlardan biri. Kismet, gözleri, gözkapakları ve dudağı bulunan 3 boyutlu yapay bir başa sahip. Yalnız kaldığında üzülüyor, odaya bir insan girdiğindeyse gülümsüyor. Kaba davranıldığı zaman korkuya kapılıyor. Kismet’in tasarımcıları, duyguları yansıtan sese sahip robot üzerinde çalışıyorlar. Duygulara sahip robot ya da bilgisayarın aynı zamanda duyguları tanıması (bu, duygusal zekânın kilit kavramı) gerekli. ABD’li bilgisayar mühendisi, Ifran Essa ile Alex Pentland, iki bilgisayarın 6 temel duyuya dayanarak yüz ifadelerini algılamasına olanak tanıyan bir program yazdılar. Gönüllü kişi bu temel duygulardan birini sergilediğinde , bilgisayar bunu yüzde 98 doğruluk payıyla algılayabiliyor. Hatta insanlardan bile daha başarılı bir şekilde… Tartışmanın bir başka noktası da, neden insana benzer robotların üretilmeye çalışıldığı üzerine…
Bazı bilim adamları, sadece insanın yapamadıklarını başarabilen robotların üretilmesinden yana. Örneğin NASA, Uluslararası Uzay İstasyonu’ndaki (ISS) tehlikeli işlemleri gerçekleştirmesi için bir robot üretti: Robonaut… Robot, tele algılayıcılarla kontrol ediliyor. Dolayısıyla, uzay mekiğinde güvenli bir şekilde oturan astronot, hasarlı bölümün görüntülerine bakarak, onarım işlemlerini bu görüntü üzerinde gerçekleştiriyor. Bu sırada hareketleri Robonaut tarafından taklit ediliyor.
İnsan benzeri robotlar çoğunlukla Japonya’da üretildi. Ancak, çoğunlukla ya dans eden ya da piyano çalanları. Bu, insan benzeri robotlara doğu ile batının bakış açısını ortaya koyması açısından çarpıcı. Batıda “Terminator” ya da “BladeRunner” filmlerindeki gibi robotlar, çoğunlukla kendilerini üreten efendilerine karşı bir tehdit unsuru olarak gösterildiler. Aksine, Japonya’nın en ünlü insan biçimli robotu, 18 yıldır çizgi romanların ve TV dizilerinin sevilen karakteri “Tetsuwan Atomu” ise, insanlığı kurtarmak için savaşan ve barışı savunan bir yapıya sahip. Peki, gelecekte robotların görünümü nasıl olacak? Sibernetik uzmanlarının çoğu Star Wars’ta görmeye alıştığımız R2D2 ve C3Po’yu örnek gösteriyor.
Robotlar çok farklı amaçlara hizmet ediyorlar. Ev işlerini gören robotlar çok gerilerde kaldı. Artık borsada robotlar hisse senedi alıp satacak!.. Deep Blue’yu geliştiren IBM ekibi, şimdi de borsa oynayabilen robotu üretti. Robotlardan oluşan altı kişilik ekip, Wall Street’in 6 usta borsacısıyla rekabete girdi. Amaç, maden ve tarım şirketlerinin hisseleriyle bir gün içinde kimin daha karlı yatırım yapabildiğini saptamaktı. Yarısı alıcı, yarısı da satıcı rolünü üstlenen robotlar, basit matematik stratejilerini uyguladı. Borsanın kapanma saatinde, robotlar günü insanlara oranla yüzde 7 daha fazla karla kapattı.
Yıllık hesaba vurulduğunda, bu milyar dolarlık değerlere ulaşıyor. Başarıları, hızlı karar verebilme özelliklerine ve yanlış yapma oranlarının düşüklüğüne bağlanıyor.
Robotların askeri amaçlarla kullanılmaya başlaması, büyük güçlerin birbirleriyle rekabetini de şekillendirecek. Günümüzde, askeri amaçlı robot üretimi projelerine ne kadar para akıtıldığını açıklayabilmek zor. Örneğin ABD’de, robot araştırmalarının üçte ikisi, Savunma Bakanlığı’na ayrılan payın dışındaki kaynaklardan sağlanıyor. Taktik amaçlı Hareketli Robotlar (TMR) programında görevli Kurmay Alb. John Blitch, Darpa’nın (Pentagon’un araştırma merkezi) projeye büyük önem verdiğini belirtiyor. Bu proje içinde 25 farklı kuruluş var. Bunlardan 15’i MIT ve Carnegie Mellon University gibi akademik kuruluşlar. Diğer 10’u ise; aralarında JPL, Automatika, SAIC ve Ray Teron’un da bulunduğu endüstriyel şirketler.
Pentagon, 1969 yılında Stanford Araştırma Enstitüsü’nü, robot askerler geliştirmesi için görevlendirmişti. Bu girişim, ince bir metale eklenen tekerlekler yardımıyla hareket eden robotu doğurmuştu. Shakey adı verilen bu robotun, en üstün kameralar, yön bulucular ve radyo alıcılarıyla donatılmış olmakla birlikte, basit bir odanın içinde yönünü bulması saatler almıştı. Bilinmeyen bir bölgeye casus amaçlı gönderilmesinin imkansızlığına karar verilerek proje iptal edilmişti. Ancak, bu askeri amaçlı üretilen robotlara atılan ilk adım sayılabilir.
Pentagon, 1989 yılında ticari amaçla kurulan IS Robotics şirketinin bir numaralı müşterisi. Fetch adını verdikleri askeri proje, bomba imha robotlarını da içeriyor.
ISR’nin başkanı Helen Greiner, ürettikleri küçük robotları arılara benzetiyor. “Arılar nasıl kovanlarından dışarı çıkarak yiyecek arıyorsa, bu küçük robotlar da merkezlerinden çıkarak cephane arıyor”.
Şirketin diğer bir projesinde kullanmayı planladığı robotun adı ise “Urban Robot”… Uzunluğu 65 cm. ve yerden yüksekliği 15 cm. olan bu robot, hem tek başına hem de grup halinde göreve katılabiliyor. İnsanlara oranla zor koşullara ve biyolojik silahlara daha dayanıklı. Tehlikeli alanlarda düşman mevzilerinin araştırılması konusunda kolaylıkla insanın yerini alabilir.
1997 yılında Mars görevinde kullanılan ve JPL şirketince geliştirilen araştırma robotu, yine askeri amaçlı robotlara örnek oluşturuyor. Çünkü uzay robotlarının ihtiyaçları, askeri amaçlı olanlarla hemen hemen aynı. O nedenle, Pentagon’un araştırma merkezi Darpa, JPL ile sıkı ilişkiler içinde. Bu amaçla 40 cm. yüksekliğinde bir “mini rover” siparişi verdi. Söz konusu aracı askerler yanlarında taşıyabiliyorlar.
İhtiyaç duyulduğunda, gizli bölgelere bu robotu yollayacaklar ve düşmanla ilgili bilgilere daha kolay ulaşacaklar. Bu robotların ön saflarda savaştırılması planlanıyor. Yetkililer, bu tür küçük robotların tek bir dezavantajının bulunduğunu belirtiyorlar: yakalanma olasılıkları çok yüksek.
Askeri robot teknolojisinin sık kullanıldığı bir diğer alan, İnsansız Hava Araçları (UAV)… Bu teknoloji ABD’de ve Avrupa’da tasarlandı. UAV’ların çoğu yerden uzaktan kumandayla kontrol ediliyor. Ancak Cyberlife şirketinin geliştirdiği model, baştan aşağı robot tarafından kullanılıyor. Prof. Dr. Kevin Warwick, bu gelişmeyi çok tehlikeli bulduğunu belirtiyor. Çünkü hava aracı robot tarafından yönlendirilecek, hangi hedefi ne zaman vurması gerektiğine kendisi karar verecek.
Robotların insan hayatını kurtarmak için kullanıldığı alanları da göz ardı etmemek gerek. Cerrahide robot teknolojisi gün geçtikçe artıyor. Robot kollar, beyin ve kalp ameliyatlarında ve bazı hastanelerde kalça kırığı operasyonlarında vazgeçilmez yardımcılar. Örneğin ABD’de geliştirilen “Robodoc” adlı makine, yaklaşık 8.000 hastanın parçalı kırık ameliyatını yaptı. Boyutları gittikçe küçülen bu teknoloji harikası cihazlar, cerrahide kilit rol oynamaya başladı. Hastanın vücudunda bilgisayarda hazırlanan 3 boyutlu görüntüler yardımıyla çalışan robotlar, çoğu zaman bir insanın gerçekleştiremediği hamleleri yapabiliyor. Böylece hastanın üzerinde ameliyatın olumsuz etkileri azalıyor, daha hızlı bir şekilde iyileşiyor ve mikrop kapma riski de en alt düzeye iniyor. Dahası, robotlarda yorgunluk, sarhoşluk ya da konsantrasyon eksikliği gibi durumlar baş göstermediğinden başarı şansı yükseliyor.
Ortopedi ya da kemik cerrahisi, çok zahmetli bir iş olduğundan, robotların en çok tercih edildiği alan. Robotlar, bu tür ameliyatlarda, hem çok hızlı hem de manyetik rezonanslı görüntüleme (MRI) tekniklerini kullanıyor. Robodoc, 1992 yılında Integrated Surgical Systems (ISS) şirketi tarafından tasarlandı. Günümüzde, yaklaşık 40 Robodoc, dünyanın farklı noktalarında ameliyatlara giriyor. Bunların çoğu Fransa, Almanya ve Japonya’da… Japonya, önümüzdeki yıl içinde 47 hastanede Robodoc’u kullanıma sokmayı amaçlıyor.
ABD’de, Intuative Surgical şirketi tarafından üretilen bir diğer robot da, uzaktan kumanda yoluyla ameliyatlar yapıyor. 1998’de, Paris Broussais Hastanesi, bilgisayar bağlantılı cihazı açık kalp ameliyatında kullandığını açıkladı. Ameliyat yarası normalden çok daha küçüktü, böylece hasta herhangi bir travma yaşamadan çok kısa sürede hastaneden ayrıldı. Robot ve minyatür kamera, kalbe ya da ana damara 6 cm. uzunluğundaki açıklıktan giriyor. Cerrahlar, 3 boyutlu görüntüler üzerinde ameliyatı gerçekleştiriyorlar. Robot da cerrahların el hareketlerini taklit ediyor.
Yine Paris’te, Val de Grace Askeri Hastanesi sinir cerrahisi bölümü profesörlerinden Michel Desgeorges, beyin tümörü ameliyatlarında yön buldurucu robotu kullanıyor. Cihaz, tümörün kesin yeri ve boyutu hakkında MRI bilgisi sunuyor. Böylece, ameliyat sadece bu alanda, tümör dokusu üzerinde gerçekleştiriliyor. ISS şirketi, “NeuroMate Sistemi” adı verilen bu cihazdan 16 tane üretti ve dünyanın farklı noktalarında kullanılıyor.
Günlük işler, endüstriyel ve askeri alanlar, ameliyatlar, hatta ekonomik konular… Robotların el atmadığı iş hemen hemen yok. Bilim adamlarının tek amacı kaldı: insan bedenine ve duygularına sahip zeki robotlar üretebilmek. Çoğunun birleştiği nokta, mükemmel olmasa da en geç 2050’te bu amaca ulaşılacağı doğrultusunda…
Nostaljik robotlar
1950’li yıllarda, insanın en yakın dostları sayılan kedi ya da köpek gibi evcil hayvanların yerini almaya aday robotlar üretilmişti. Reklam panolarında, sinemada ve hatta tiyatroda sevimli robotlar boy göstermeye başlamıştı. Robotlar ilk önceleri sadık hizmetçiler gibi gösterildi. Ev işlerini yapan, sahibine gazetesini getiren, piyano çalan dostlar. “Robota”, Çekçe’de “zorla çalıştırılan işçi” anlamına geliyor. Robot kelimesini ilk kullanan kişi, oyun yazarı Karl Capek… Çekçe’deki kökeninden esinlenerek “Rossum’un Evrensel Robotları” adlı oyununda, suni bedene sahip varlıklara robot adını vermişti. 1923’te Londra’da prömiyerini yapan oyun büyük ilgi görmüştü. Capek’in hayal ürünü, bundan üç yıl sonra Fritz Lang’ın Hollywood yapımı “Metropolis” filmiyle yeniden izleyiciyle buluştu. Sinema filmlerinde, TV dizilerinde ve reklam panolarında 1950’li yıllarda kullanılan robotlardan bugüne çok şey değişti. Ancak, hepsi insanın hayal gücünü yansıtması açısından büyük değer taşıyor.